Umudu Beslemek
Umudu beslemek, güzel bir geleceği inşa etme coşkusudur;
Umutsuzluk ise vazgeçmek ve teslim olmaktır.
Her zaman ve her ortamda vurguladığım gibi ben iknâ edilemez ve iflah olmaz bir iyimserim. Çok sık, oldukça sevimsiz ve hatta içimizi dağlayan haberlere uyandığımız bir ortamda, yazıma umutlu olmaya dair sözlerle başlamaktaki amacım; “ölümü gösterip sıtmaya râzı etmek” ya da körlemesine bir Polyannacılık değil elbette.
Bu yazım üç bölümden oluşuyor; ilk iki bölüm yaşanmış çok güçlü, şanlı tarihsel başkaldırışlar ve yaşanmış gerçekler, üçüncü bölüm ise bilimsel ve çok anlamlı bir çalışmadan kesitler.
İlk bölümde, daha önceki yazılarımda kendisinden bahsettiğim Viyanalı Musevî psikiyatr Viktor E. Frankl’a (1905-1977) yer vereceğim. Kendisi, II. Dünya Savaşı sırasında toplama kampında bulunmuş ve oradan sağ çıkmayı başarmıştır. Bu nedenledir ki, Viktor E. Frankl’ın söyledikleri çok büyük anlam taşımaktadır. Burada çok kısa paylaşacağım. Özellikle “Yaşamın Anlamı Üzerine 1-2” yazılarımda kendisinden daha detaylı bahsetmiştim. İsteyenler arşivime şu adresten ulaşabilir: https://www.bodrumgundem.com/author/metinaycil/
“Toplama kampında bir insanın her şeyini alabilirsiniz; ancak, mevcut koşullarda, kendisini nasıl konumlandıracağının ifadesi olan nihaî insanî hürriyetini alamazsınız!”
“Toplama kampında birçok mahkûm şu sorulara cevap bulmaya çalışıyordu: ‘Bu toplama kampından kurtulabilecek miyiz? Zira kurtulamayacaksak, çektiğimiz bütün bu acıların bir anlamı olamaz.’ Buna karşı benim cevabını aradığım soru ise farklıydı: ‘Bütün bu acıların ve etrafımızdaki ölümlerin bir anlamı var mı? Eğer yoksa, sonunda buradan kurtulmamızın da hiçbir anlamı olamaz!”
Vitor E. Frankl yukarıdaki ifadelerini de içeren bir konuşmayı Viyana Üniversitesi’nde yapıyor ve şöyle sesleniyor:
“Ben buraya daha önce hiç gelmedim, sizleri ilk kez görüyorum ve bu konuşmayı ilk kez yapıyorum. Ancak ben buraya yüzlerce kez geldim, sizleri yüzlerce kez gördüm ve bu konuşmayı da yine yüzlerce kez yaptım. Beni toplama kampından buraya getiren bu hayallerim ve umudumdur; diğer birçoğu hayallerinden ve umutlarından vazgeçtiler, onun için burada değiller.”
XXX
Atatürk’ümüzün Nutuk’unun başlarından çok kısa alıntılar yazımın ikinci bölümünü oluşturuyor:
“1919 senesi Mayıs’ının on dokuzuncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve genel manzara:
Osmanlı Devleti’nin dâhil olduğu grup, Büyük Savaş’ta mağlup olmuş, Osmanlı Ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes antlaşması imzalamış. Büyük Savaş’ın uzun seneleri zarfında millet yorgun ve fakir bir hâlde. Millet ve memleketi Büyük Savaş’a sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek memleketten firar etmiştir. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki kabine âciz, haysiyetsiz ve korkak, yalnız Padişah’ın iradesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını koruyabilecekleri herhangi bir vaziyete râzı.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta…
***
Genel Vaziyetin Dar Bir Çerçeve İçinden Görünüşü
… Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine maddeten ve manen tecavüz hâlinde, imha ve taksime karar vermişler. Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı hâlde.
… Burada pek mühim olan bir noktayı da kayıt ve izah etmeliyim. Millet ve Ordu, Padişah ve halifenin hıyanetinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği dinî ve ananevî bağlarla boyun eğmekte ve sadık…
***
Ya İstiklâl Ya Ölüm
Bu kararın istinat ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi:
“Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.” …
Atatürk Nutuk’un en sonunda, kurduğu Cumhuriyet’i ve Cumhuriyet kavramında ifadesini bulan tüm kazanımları; “Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet” başlığı altında özetliyor ve Andımız ile Nutuk sona eriyor.
Bugün Cumhuriyet’imizin 101. yaşı, Atatürk’ün emanetine sahip çıktığımızın en anlamlı kanıtıdır. Bundan sonra da böyle olacağı tartışmasızdır!
XXX
Güzel bir tevâfuk sonucu, Radyasyon Onkolojisi Profesörü, değerli bilim adamı bir arkadaşımın konferansına katıldım. İnsan ve insandan hareketle “Toplum içinde İnsan” boyutuna geçti. Mesleği gereği teknik detaylar bulunuyordu konuşmasında; ancak bunu o kadar güzel harmanladı ki, katılanlar çok büyük keyif aldılar. Konferans sonrası soru cevap bölümünün canlılığı bunun göstergesiydi. Bu yazımda, konferansından yararlanmak için kendisinden izin istedim, memnuniyetle karşıladı. Hekim arkadaşıma buradan da teşekkür ediyorum.
Özetleyerek bu çok değerli konferanstan alıntılar yapmak istiyorum:
“Vücudumuz 30 trilyondan fazla hücre içeriyor, bu da yan yana koysak bir milyon kilometrelik bir uzunluğa, dünyanın çevresini 30 kez dönecek bir zincire denk geliyor. Bu muazzam sayıda ve birbirinden farklı işler için özelleşen hücreyi içeren bedenimiz; başlangıçta bir yumurta ve spermin birlikteliğinden sürekli ve bir intizam içinde bölünerek oluşuyor.
İşin ilginç yanı, bu 30 trilyon hücre, yaşamımız boyunca ortalama bin kez çoğalarak yenileniyor. Bir hücre muazzam bir sıraya ve ciddi bir denetime tabi olarak bölünüyor. Basitleştirerek anlatırsak, bir bölünme çevriminde dört faz bulunuyor…
Her bölünme sırasında genetik bir yanlış oluşma ihtimali bulunduğundan, bu genetik hatanın farkına varıp, sakatlanmış bir hücre oluşmasına engel olmak gerekiyor. Bu yüzden, genetik hataları tespit etmek için hücre içinde kontrol noktaları bulunuyor…
İlk kontrol noktasında, DNA proteinlerinde hasar olup olmadığı ya da DNA üretimi için yeterli malzeme olup olmadığı denetlenirken, ikinci aşamada, DNA kopyalarının birbirinin aynı olup olmadığı ve sonraki kontrol noktasında ise kromozomların doğru dağılıp dağılmadığı denetleniyor. Bir hata tespit edilirse onarmak mümkünse onarılıyor, değilse hatalı hücrenin çoğalmaya devam etmesi engelleniyor…
Kanser hücrelerinde kontrol noktaları bozulmuş olduğundan, DNA bozukluğuna aldırmadan, düzeltme imkânı da olmadan gelişigüzel bir çoğalma gerçekleşiyor. Kanser hücreleri aynı zamanda çoğalma sinyalinden de bağımsız hareket ediyor, çoğalma gereği olmadan da çoğalma çarkını sürekli çeviriyor. Sınırsız çoğalma güdüsü ve geri dönüşümsüz kanserleşme ancak belli sayıda karakteristik özelliğe yol açan bozulmadan sonra mümkün oluyor…
Bozulma başlayınca iyi hücre önce kötü hücre oluyor, tüm belirtiler tamamlanınca da tamamen doğduğu hücrenin karakterinden sıyrılıyor, tâbir yerindeyse karaktersizleşip, çirkinleşiyor. Ne içinden doğduğu organın iyiliğini ne vücudun bütünlüğünü düşünüyor; tek amacı sınırsız çoğalmak ve işgal etmek olan bir ‘anarşist’ oluyor. O bünyeyi tüketene kadar da önünde durulamaz bir süreç tetikleniyor…”
İnsanın ne kadar sağlam bir varlık olduğu açıklamalardan görülüyor. Değerli Hocamız bunu örneklerle vurguladı: Sigara, Alkol, Kötü Beslenme, Düzensiz Yaşamak, Çevre Kirliliği, vb. gibi koşullara rağmen kanser oranının yüksek sayılamayacağına dikkat çekti.
Sağlam bir varlık olan insanların birlikteliği toplumu oluşturuyor; diğer bir ifadeyle: Toplum sağlam insanların bir araya gelmeleri sonucu oluşuyor ve varlığını sürdürüyor.
Ben konferansı dinlerken, yazımın yukarıdaki iki bölümünü düşünmeye başlamıştım.
Kıssadan Hisse!
Umudu Beslemek yazısı ilk önce Bodrum Gündem üzerinde ortaya çıktı.
Kaynak: bodrumgundem.com
- Marketlerde fahiş fiyat denetimi yapıldı - 27/12/2024
- Sırada emekliler var - 27/12/2024
- 2025 Ramazan ayı ne zaman? - 27/12/2024