Ne Oldu Ne Bitti – Erdoğan : Şeriat bizzati Din-i İslamdır. Şeriata düşmanlık dine düşmanlıktır
Erdoğan : Şeriat bizzati Din-i İslamdır. Şeriata düşmanlık dine düşmanlıktır
Erdoğan: Şeriata düşmanlık, esasında dininin bizatihi kendisine husumettir
“ŞERİATA DÜŞMANLIK ESASINDA DİNİNİN BİZATİHİ KENDİSİNE HUSUMETTİR”
Üstat Necip Fazıl, bu gerçeği, çarpıcı bir dille bakınız nasıl ifade ediyor: “İçi alev alev Müslüman, dışı pırıl pırıl Türk ve içi dışına hâkim, dışı içine köle… Yeni Türk neslinin maya çanağı olmak ehliyeti hangi topluluktaysa ben oradayım. Allah’ın inâyeti ve resulünün ruhaniyeti bu yoldakilerin üzerinde olsun!.” Dolayısıyla İslam’ı Türk’ten, Türk’ü de Din-i Mübin-i İslam’dan koparan, ayrıştıran, arasına sahte duvarlar ören anlayışın bu topraklarla hiçbir illiyeti yoktur. Son dönemde Türkiye karşıtı kimi çevreler tarafından aynı amaca hizmet eden çift kulvarlı bir kampanya yürütüldüğünü görüyoruz. Bunlardan ilki, lümpen faşistlerin gündeme getirmeye çalıştığı “İslamsız Türklük” tanımlarıdır. Milletimizin İslam’a ve Kur’an’a hizmetle geçen 1300 yıllık şanlı tarihi, bu şekilde yok sayılmaya çalışılıyor. Böylece milletimizi ayakta tutan, milletimize asli kimliğini kazandıran tarihi, kültürel ve beşeri değerleri tahrip edilmek isteniyor. Çok açık ve net söylüyorum. İslam’ın gaza ruhunu taşımayan bir Türklük tanımı ve projesi, aslında Türk milletini müzeye kaldırma, folklorik bir öge haline getirme teşebbüsüdür. Burada gaye milletin mayasını bozmak, dışarıdan sarsamadıkları kaleyi içeriden çökertmek, mümkünse teslim almaktır. Kampanyanın ikinci kulvarında ise farklı maskeler altında sahnelenen “şeriat” düşmanlığı vardır. İslam’ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık, esasında dininin bizatihi kendisine husumettir. İnanıp-inanmamak, yaşayıp-yaşamamak elbette bir tercih meselesidir; ama dinin emirlerine dil uzatmak başka bir konudur. Dahası her iki tartışmanın da “Kelime-i Tevhitten” habersiz, “Elifi görse mertek zanneden” cahil-cühela kesimlerce köpürtülmesidir.
ÖZEL’E TEPKİ: DİN EĞİTİMİ VERİLMESİNE ORTA ÇAĞ ZİHNİYETİ DİYORLAR
Düşünebiliyor musunuz? Bu ülkenin hukuku savunmakla görevli olan kimi baroları çıkıyor, Kelimeyi Tevhit lafzının yazılı olduğu bayraktan rahatsız oluyor, hatta son derece edepsiz ifadelerle suç duyurusunda bulunabiliyor. Bu ülkenin kendini sanatçı diye tanımlayan kimi şahsiyetleri, inancını dosdoğru yaşamaktan başka gayesi olmayan milyonlarca vatandaşımızı gerici-yobaz-mürteci diyerek tahkir edebiliyor.
Bu ülkenin en büyük siyasi partisinin genel başkanı, çocuklara din eğitimi verilmesine “orta çağ zihniyeti” deme gafleti gösterebiliyor. Milletimizin evlatlarına mukaddes kitabını, peygamberini, inanç değerlerini öğretmesi karşısında bunları adeta hafakanlar basıyor. Bu tür menfi örnekleri daha uzatmak mümkündür. O kadar vaktimiz yok. Yaşadığımız her hadisede şu acı verici duruma daha fazla şahit oluyoruz. Maalesef, ülkemizde özellikle tek parti dönemiyle başlayan, daha sonra vesayet dönemlerinde artan “kimliksizleştirme” politikaları, bu toprakların nasıl vatan kılındığını bilmeyen, milletimizi millet yapan hasletlere bigâne olan, Türkiye’ye dair hiçbir tasavvuru, hiçbir emeli, hiçbir endişesi olmayan zihni ve kalbi sömürgeleştirilmiş bir güruh ortaya çıkarmıştır. Bu güruhun ayırıcı vasfı, cehaletinden kaynaklanan kibridir, nobranlığıdır, kendi insanına karşı hiçbir had-hudut tanımamasıdır. Bunlar bir kez olsun içinde yaşadığı toplumu; tarihi, inancı, kültürü ve kutsallarıyla anlamaya hiç uğraşmadılar. Bunun yerine Anadolu insanına başkalarının penceresinden bakarak aşağılamayı tercih ettiler.
“CEHALETİN KONFORUNU, BİLGİNİN ZAHMETİNE TERCİH ETTİLER”
Hatta çoğu zaman özendikleri ve özendirildikleri batı kadar bile, kendi insanını tanıma gayreti göstermediler. Millete ait tüm kadim değerleri “gerilik emaresi” olarak gördüler. Giydiği kılık-kıyafetine göre insanımızı ayırdılar, ötekileştirdiler. Modernliği ve ilerlemeyi bir gardırobun iki kapağı arasına hapsettiler. Önyargılarını kırmaya cesaret edemedikleri gibi; aynı havayı, toprağı, çevreyi paylaştıkları toplum kesimleriyle fikri, sosyal ve kültürel birliktelik geliştirmediler. Cehaletin konforunu, bilginin zahmetine tercih ettiler. Atalarımız, “insan bilmediğinin düşmanıdır” demişlerdir. Bunlar da bilmedikleri, dahası anlamaya tenezzül dahi etmedikleri insanlara, değerlere ve sembollere karşı kör bir husumet beslediler.
“ŞERİATA YÖNELİK PERVASIZLIKLARIN TEMELİNDE CEHALET HASTALIĞI VARDIR”
Türkiye’de, sayıları az da olsa kimi çevrelerde “şeriata” yönelik sergilenen pervasızlıkların temelinde cehalet ve bilgisizlik hastalığı vardır. Ülkemizde, en azından bir kesimin, içinde bulunduğu cehalet karanlığında giderek daha fazla boğulduğunu görmekten üzüntü duyuyoruz. İnşallah el ele verip, sizlerin de samimi çabalarıyla milli bünyemize tehdit teşkil eden bu cehalet karanlığını yırtıp atacağımıza inanıyorum.
Burada, eminim sizlerin çok yakinen aşina olduğu bir kıssayı paylaşmakta fayda görüyorum. “İmam-ı Azam Ebû Hanîfe hazretleri bir gün yolda yürürken bir çocuğun çamura düştüğünü görür. İmam-ı Azam Hazretleri ona “bundan sonra düşmemek için daha dikkatli ol” der. Bunun üzerine çocuk, “Ey Müslümanların imâmı! Benim düşmem çok mühim bir iş değildir. Tekrar ayağa kalkmam da kolaydır. Hem ben düştüğüm zaman yalnız başıma düşmüş olurum. Ancak senin düşmenle bütün âlemdüşmüş olur. Senin tekrar ayağa kalkman da gerçekten zor olur.” cevabını verir. Zihnin dinamik halini görüyor musunuz? İşte ben karşımdaki hocalarımdan bunu bekliyorum. İnşallah erkeğiyle, kızıyla yeni nesli bu şekilde siz yetiştireceksiniz.”
Kaynak: HaberVitrini.Com
- İrlandalı aktör Cunningham Gazze’de ateşkes çağrısında bulundu - 21/12/2024
- Palandöken’de çığ düştü: 1 ölü, 5 yaralı - 21/12/2024
- Yurt içinde gözler TCMB’nin faiz kararında - 21/12/2024
Kandilli son depremler listesi için TIKLAYIN
AFAD son depremler listesi için TIKLAYIN
DEPREM iLE iLGiLi HABERLER
CANLI SKOR