“Hamileliğin ilk 5 haftasında kimyasal gebelik riskine dikkat edilmeli”
“Hamileliğin ilk 5 haftasında kimyasal gebelik riskine dikkat edilmeli”
Not: VM Medical Park Samsun Hastanesi Haberleri, Direk Mail yolu ile Bizlere Bildirilmektedir..
Kimyasal gebeliğin, hamileliğin beşinci haftasından önce gerçekleşen bir erken dönem düşüğü olduğunu belirten Tüp Bebek Tedavisi Uzmanı Op. Dr. Muhterem Akdeniz, “Kimyasal gebelik yaşayan kadınlarda düşük progesteron seviyeleri saptanmıştır. Bu nedenle, progesteron takviyesi gibi tedaviler kimyasal gebelikleri önlemek veya tedavi etmek için kullanılabilir” dedi.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Tüp Bebek Tedavisi Uzmanı Op. Dr. Muhterem Akdeniz, kimyasal gebelik hakkında açıklamalarda bulundu. Op. Dr. Akdeniz, “Kimyasal gebelik, hamileliğin beşinci haftasından önce gerçekleşen bir erken dönem düşüğüdür. Embriyo, oosit döllenmesini tamamlamış olmasına rağmen rahim içine tam olarak yerleşemez ve gelişimi durur. Bu duruma biyokimyasal gebelik denir” diye konuştu.
“Gecikmiş adet dönemi ile hekime başvuruyorlar”
Kimyasal gebeliği olan kadınların genellikle gecikmiş adet dönemi ve düşük HCG (insan koryonik gonadotropin) seviyeleri ile doktora başvurduklarını söyleyen Op. Dr. Akdeniz, “Ayrıca karın bölgesinde kramp tarzı ağrılar, düşük seviyede pozitif sonuç veren gebelik testleri ve vajinal kanamalar da görülebilir. Ancak, bu kanamalar genellikle tutunma kanamaları ile benzerlik gösterir ve normal gebeliklerde olduğu gibi mide bulantısı, yorgunluk veya halsizlik gibi belirtiler görülmez. Kimyasal gebelikteki hormon seviyeleri genellikle düşüktür” şeklinde konuştu.
“35 yaş ve üstü kadınlar dikkatli takip edilmeli”
Kimyasal gebeliğin, genellikle kromozomal anormalliklerle ilişkili olduğunu ve yalnızca o dönemdeki anormallikleri kapsadığını belirten Op. Dr. Akdeniz, “Bu yüzden kimyasal gebelikleri önlemek için özel bir tedbir alınması gerekmez. Ancak, 35 yaş ve üstü kadınlar, tiroit hastalığı, diyabet veya pıhtılaşma faktörleri gibi sağlık sorunları olan kadınlar ve polikistik over sendromu hastaları daha dikkatli bir şekilde takip edilmelidir” dedi.
“Kimyasal gebelik düşük olarak görülmez”
Kimyasal gebeliğin düşük olarak kabul görülmediğine değinen Op. Dr. Akdeniz, “Kimyasal gebelik, düşük olarak kabul edilmez ve gebelik testi pozitif çıkan bir kadının kanaması her zaman kimyasal gebelikle ilişkili olmayabilir. Kimyasal gebelik yaşayan kadınlarda düşük progesteron seviyeleri saptanmıştır. Bu nedenle, progesteron takviyesi gibi tedaviler kimyasal gebelikleri önlemek veya tedavi etmek için kullanılabilir. Kimyasal gebelik hakkında daha fazla bilgi edinmek ve sağlıklı bir gebelik için uygun önlemleri almak için bir doktora başvurmanız önemlidir” ifadelerini kullandı.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Diğer Haber
“Endometriozis ve endometrioma (çikolata kisti), üreme çağındaki her 10 kadından 1’inde görülebilir”
Not: VM Medical Park Samsun Hastanesi Haberleri, Direk Mail yolu ile Bizlere Bildirilmektedir..
Endometriozis hakkında uyarılarda bulunan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Bilge Çetinkaya, “Üreme çağında, yaklaşık 10 kadından 1’inde görülmektedir. Tanısında en önemli özellik, adet döneminin ilk gününün çok şiddetli ağrılarla beraber olmasıdır” dedi.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Bilge Çetinkaya, endometriozis ve endometrioma(çikolata kisti) ile ilgili bilgilendirmelerde bulundu.
Endometriozisin tanımını yapan Prof. Dr. Çetinkaya, “Rahmin içini döşeyen ve endometrium olarak adlandırılan dokunun rahmin dışında, olması gerekenden başka bir yerde bulunması olduğunu belirten Prof. Dr. Mehmet Bilge Çetinkaya, “Üreme çağında, yaklaşık 10 kadından 1’inde görülür. Yerleştiği alanlarda, tıpkı adet döneminde rahim içindeki endometrium dokusunun kanayıp döküldüğü gibi, kanama alanları oluşturur. Bu durum drenajın olmadığı ve yapısal uygun olmayan alanlarda kronik enflamasyon, skar dokusu ve yapışıklık oluşmasına yol açar” diye konuştu.
“Genetik yatkınlık söz konusu”
Hastalığın bilinen bir sebebinin olmadığını söyleyen Prof. Dr. Çetinkaya, “Birinci derece yakınlarda,annesinde veya kız kardeşinde endometriozis olan kadınlarda daha sık görülmektedir. Mevcut hastalık yumurtalık hormonlarının etkisiyle ilerleyebilmektedir. En sık oluşum nedeninin, 10 kadının 6’sında olabilen endometriumun adet kanı olarak dışarı atılmasıyla aynı zamanda, tüplerden geriye, karın boşluğuna doğru olan kanama olduğu düşünülmektedir. Çevresel faktörler de hastalığın gelişiminde rol oynayabilir” şeklinde konuştu.
“Yumurtalıklarda bulunabilir”
Karın zarında yüzeye yayılım gösteren endometriozis, yumurtalıklarda kistik şekilde yerleşik olan çikolata kisti, pelvisteki derin doku, organ ve sinirlere yerleşen derin endometriozis, rahim duvarının kas tabakası içinde yerleşen adenomyozis ve kadın pelvisi dışındaki uzak bölgelerde yer alan ekstra pelvik endometriozis olarak, birbirinden farklı şekillerde görülebilmektedir. Başlıca karın zarı, yumurtalıklar, vajina arka duvarı, idrar torbası ve bağırsaklarda görülür. Nadiren de göğüs boşluğunda akciğerlerde ve diyaframda görülebilir. Dolayısıyla sistemik bir hastalık olarak değerlendirilmelidir” dedi.
“En sık doğurganlık çağındaki kadınlarda görülür”
Endometriozisizin daha çok hormon bağımlı bir hastalık olduğunu söyleyen Prof. Dr. Çetinkaya, “Bu nedenle bulguları en sık doğurganlık çağındaki kadınlarda görülmektedir. Ergenlik çağında, ilk adet döneminde bulgu verip görülebileceği gibi aynı zamanda hormon aktivitesinin çok azaldığı menopozal dönemde de skar dokusunda oluşmuş veya hastalığın kendisi ya da geçirilmiş ameliyatlara bağlı yapışıklıkların etkisiyle şikâyetlere neden olabilmektedir” ifadelerini kullandı.
“Ağrılı adet dönemi belirtiler arasındadır”
Endometriozisizin belirtilerine değinen Prof. Dr. Çetinkaya, “Ağrılı adet dönemi, ağrılı ovulasyon, cinsel ilişki esnasında veya sonrasında ağrı, anormal kanamalar, kronik pelvik ağrı, bitkinlik ve infertilitedir. Yaşam kalitesi bozan iş ve güç kaybına neden olan ağrılar kadınların fiziksel, mental ve sosyal hayatını etkileyebilmektedir” dedi.
“Tanı sürecinde ultrasonografi ve MR gibi yöntemler kullanılır”
Teşhis konulma sürecinden bahseden Prof. Dr. Çetinkaya, “Kadınların farkındalığının olmaması veya semptomların diğer birçok durumla karıştırılması, hastalığın ilk semptomlarının fark edilmesi ile tanı konulma arasındaki süreyi uzatabilir. Bu süre gelişmiş ülkelerde bile yıllar sürebilmektedir. Tanısında en önemli bulgular, adet ilk günü ağrısı ve beraberinde infertilitenin varlığıdır. Benzer şekilde dismenore (ağrılı adet) ve disparoni (ağrılı cinsel ilişki) varlığında endometriozis sıklığı çok artmakta ve bu kadınlarda endometriozis mutlaka akılda tutulmalıdır. Dikkatli bir fizik ve genital muayene, ultrasonografi ve MR gibi diğer görüntüleme sistemleri, tanıya yardımcı yöntemlerin başında gelmektedir. En doğru tanı, lezyonların operasyon sırasında gözle görülmesi ve çıkartılan doku örneklerinin incelemesi ile konulmaktadır” şeklinde konuştu.
“Tedavi seçenekleri”
Endometriozis’in kesin bir tedavisinin olmadığını söyleyen Prof. Dr. Çetinkaya, “Fakat tıbbi tedavi ve hormonal baskılanma ile endometriozis kontrol altında tutulmaktadır. Cerrahi tedavi, endometriozis odaklarının ve skar dokusunun çıkarılmasında etkilidir ama başarı oranları her ne kadar hastalığın yaygınlığına ve cerrahın becerisine bağlı olsa da, çoğu zaman cerrahi sonrasında hastalık tekrarlamaktadır. Bu hastalıkta temel prensip tekrarlayan cerrahilerden kaçınmaktır” dedi.
“Gebelik zamanında hastalığın semptomlarını azaltabilir”
Gebelik zamanında hastalığın semptomlarının azaltabileceğini vurgulayan Prof. Dr. Çetinkaya, “Fakat hastalığı tamamen tedavi etmez. Rahim alınması ile birlikte bütün endometriozis odaklarının çıkarılması, semptomları azaltmasına rağmen kesin bir tedavi değildir, üstelik yumurtalıkları alınan ve hormondan arındırılmış bazı kadınlarda da endometriozisin görüldüğü bildirilmiştir” şeklinde konuştu.
“Yumurtalık kanseri riski düşüktür”
Endometriozisli kadınların yumurtalık kanseri açısından daha riskli olduğu düşünülse de bu riskin çok düşük olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Çetinkaya, “Özellikle büyük çikolata kistlerin de kansere dönüşüm ya da kanserin gölgelendiği gözlemlenmiştir” dedi.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Diğer Haber
“Bakteriyel vajinal akıntı, kısırlığa yol açabilir”
Not: VM Medical Park Samsun Hastanesi Haberleri, Direk Mail yolu ile Bizlere Bildirilmektedir..
Kadınlarda vajinal akıntıya yol açan Klamidya (Chlamidya) adlı bakterilere dikkat edilmesi gerektiğini söyleyen Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Naziye Gürkan, “Klamidyalar vajinada bol akıntıya neden olur. Ayrıca tüplerde tıkanma yaratarak ilerleyen yıllarda kısırlık sebebi olabilir. Chlamidya, gonore, trichomonas, sifilis, HIV, genital Herpes cinsel yolla bulaşan hastalıklar arasındadır. Bu nedenle partnerle birlikte tedavi edilmelidir” dedi.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Naziye Gürkan, vajinal akıntı hakkında bilgilendirmelerde bulundu.
Vajinal akıntının normal olduğunu, çünkü vajinanın doğal olarak ıslak olduğunu belirten Dr. Öğr. Üyesi Naziye Gürkan, “Enfeksiyonları önlemek için de hafifçe asidik bir yapıdadır. Fizyolojik vajinal akıntı şeffaf kokusuz ve kadını rahatsız etmeyecek boyuttadır ve kaynağı rahim ağzı ve vajina girişindeki bezlerle birlikte vajen epitel döküntüleridir” diye konuştu.
“Enfeksiyon varsa kötü koku olur”
Vajina duvarından dökülen hücrelerin katılımıyla vajinada ıslaklığın sağlandığını ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Gürkan, “Vajinal ıslaklık, sağlıklı cinsellik için gerekli bir durumdur. Akıntı, enfeksiyona bağlı bir durumsa renkli, kötü kokuludur. Pürülan, sarı, yeşil bol miktardaki akıntılar enfeksiyon akıntılarıdır ve tedavi gerektirir. Kaşıntı, yanma, sızı, şişlik ve ağrıya sebep olabilir” ifadelerini kullandı.
Vajinal akıntının renginin fizyolojik ya da patolojik olmasına göre değişeceğini söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Naziye Gürkan, “Vajinanın asit seviyesi, hormonal değişiklikler, doğum kontrol hapları, cinsel uyarılma şeffaf akıntıya neden olur. Bu akıntı ile birlikte herhangi bir vajinal şikayet olmaz ve miktarı pedi dolduracak kadar değildir. Patolojik akıntılar koyu sarı, gri, yeşil, kesif beyaz, kahverengi veya kırmızı kanla karışık olabilir” şeklinde konuştu.
Vajinal akıntı türleri
Vajinal akıntı türlerini sıralayan Dr. Öğr. Üyesi Gürkan;
“Doğurganlık akıntısı: Reglinizden iki hafta önce olur ve çiğ yumurta beyazı gibi görünür. Islak ve kaygandır, kokmaz veya kaşınmaz.
Kahverengi mukus: Bu, genelde reglinin başlamasına veya bitmesine işaret eder. Sadece bir günden uzun süredir vajinada beklediğinden rengi değişmiştir.
Kalın, beyaz ve kalıp halinde akıntı: Bu genelde vajinal maya mantarı, diğer adıyla ‘kandidiaz’ enfeksiyonudur. Oldukça yaygındır, flora sistemindeki bakteri dengesizliğinden kaynaklanır. Diyabet, kemoterapi ve antibiyotik kullanımı sonucu oluşabilir.
Kaşındırıcı akıntı: Genelde mantar enfeksiyonuna işaret eder. Beyaz süt kesiği gibidir, sıklıkla vajinada yanma, sızı ile birliktedir.
Balık kokulu akıntı: Bu genelde bakteriyel vajinit denen bir enfeksiyona işaret eder.
Kötü kokulu, köpüklü, yeşil/sarı/beyaz akıntı: Genelde cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon ajanı olan Trichomonas belirtisidir. Yine bol mukuslu sarı renkli akıntılarda Gonore (bel soğukluğu) olabilir. Bu tür akıntıların kontrol ve tedavi edilmesi önemlidir” dedi.
“Kısırlık sebebi olabilir”
Vajinal akıntıya yol açan başka bir etkenin ise Chlamidyalar olduğunu söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Gürkan, “Bol akıntıya neden olur. Ayrıca tüplerde tıkanma yaratarak ilerleyen yıllarda kısırlık sebebi olabilir. Chlamidya, gonore, trichomonas,sifilis, HIV, genital Herpes cinsel yolla bulaşan hastalıklar arasındadır. Bu nedenle partnerle birlikte tedavi edilmelidir. Vajinada tampon veya yabancı cisim unutulması durumunda da sarı renkli, kanlı, kötü kokulu akıntı olabilir” ifadelerine yer verdi.
“Rahim ağzı yaraları da akıntı nedeni olabilir”
Rahim ağzı yaralarında başlangıçta mukuslu olan akıntının, oluşan iltihabi duruma bağlı renk değiştirebileceğini vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Gürkan, “Daha sonra içeriğinde ince kanamalar olabileceği gibi kanlı akıntı şekline de dönüşebilir. İlişki sonrası kanama ile birlikte olabilir. Rahim ağzı yarasına bağlı akıntılar ilaç tedavisiyle geçmez. Sadece yaranın dondurulması veya yakılması işlemiyle tedavi sonucunda düzelir” dedi.
“İlk regl öncesinde sarıya çalan beyaz renkte akıntı olabilir”
Bir genç kız henüz ilk reglini olmamışsa vajinal akıntının, regl olmak üzere olduğu anlamına gelebileceğini söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Gürkan, “Henüz regl olmamış kızlarda yapışkan, sarıya çalan beyaz vajinal akıntı son derece normaldir. Vücudun ergenlik çağında değişmeye başlamasıyla bu akıntılar da başlar. Endişelenmeye gerek yoktur” şeklinde konuştu.
Vajinal akıntı tedavisi
Akıntı tedavisine başlamadan önce detaylı jinekolojik muayene, ultrason ve vajinal kültür analiziyle akıntının sebebinin tespit edildiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Gürkan, şu bilgileri paylaştı:
“Test sonucuna göre doktor hangi ilacı vereceğine ve antibiyotik gerekip gerekmediğine karar verir. Tedavi planlanırken akıntı nedenine göre partnere de tedavi verilebilir. Ayrıca vajinal tabletler ve kremler, ağızdan alınan ilaçlara eklenebilir. Tedaviden sonra kontrol analizleriyle hastalığın tam geçip geçmediği takip edilir. Günümüzde uygulanan vajinal ACP, PRP ve lazer uygulamaları tedaviye yanıt alınamayan ve tekrarlayan vajinal enfeksiyonlarda alternatif tedavi seçenekleridir.”
VM Medical Park Samsun Hastanesi Diğer Haber
İnmede erken tanı hayat kurtarır
Not: VM Medical Park Samsun Hastanesi Haberleri, Direk Mail yolu ile Bizlere Bildirilmektedir..
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre her yıl yaklaşık 15 milyon kişinin inme geçirdiğini belirten Nöroloji Uzmanı Doç. Dr. Yakup Türkel, “İnme riskinin azaltılmasında tansiyon, şeker ve kolesterol kontrolü, alkol alımının azaltılması, sigara içmemek, sağlıklı beslenme, fiziksel aktivite, egzersiz yapmak ve tüm ilaçların doktor tavsiyesiyle kullanılması birincil önlemlerdir” dedi.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Nöroloji Uzmanı Doç. Dr. Yakup Türkel, inme hakkında bilgilendirmelerde bulundu.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre her yıl yaklaşık 15 milyon kişinin inme geçirdiğini söyleyen Doç. Dr. Türkel, “İnme, beyin damar hastalıklarının ani olarak ortaya çıkan ve hızlı tedavi gerektiren bir durumdur. İnme, sakatlık oluşturan hastalıkların en yaygın ve ölümcül ikinci nedenidir. Ülkemizde de en sık rastlanan akut nörolojik hastalık inmedir. Bu hayati sağlık sorunu hakkında bilinçlenmek, hayat kurtarabilecek önemli bir adımdır. Bu yaygın hastalık grubundaki farkındalığı artırmak, koruyucu ve tedavi edici önlemlerin iyileştirilmesine dikkat çekmek büyük bir sorumluluktur” diye konuştu.
“İnme belirtileri”
İnme belirtilerini sıralayan Doç. Dr. Türkel, “Vücudun tek tarafında yüz, kol ve/veya bacakta hissizlik ve/veya kuvvet kaybı, bilinç bulanıklığı veya konuşma ve/veya anlama güçlüğü, yürüme güçlüğü, baş dönmesi, denge ve koordinasyon kaybı, tek veya çift taraflı görme kaybı, şiddetli baş ağrısı. Bu belirtiler aniden ortaya çıkarsa hemen en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması veya 112’nin aranması gerekmektedir” dedi.
“Sağlıklı beslenme önemlidir”
İnme tedavisinde en etkili yöntemin inmenin oluşmasını engelleyen koruyucu önlemler olduğunu dile getiren Doç. Dr. Türkel, “İnme riskinin azaltılmasında tansiyon, şeker ve kolesterol kontrolü, alkol alımının azaltılması, sigara içmemek, sağlıklı beslenme, fiziksel aktivite, egzersiz yapmak ve tüm ilaçların doktor tavsiyesiyle kullanılması birincil önlemlerdir. İnme sonrasında uzun vadede ortaya çıkabilecek sorunlar, bireyler, aileleri ve toplum için önemli bir yük oluşturmaktadır” şeklinde konuştu.
“Toplumda inmeye karşı önlemler alınmalı”
İnme tedavisinde en önemli faktörlerden birinin, tedaviye hızla erişmek olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Türkel, “Bu nedenle, “zaman beyindir” ilkesini benimseriz. Her geçen dakika, beyinde milyonlarca hücrenin ölümü anlamına gelir. İnme hastası, ilk dört buçuk saat içinde hastaneye başvurursa, erken müdahaleyle 3-9 hastadan biri kurtarılabilirken, bu süre kaçırıldığında hasta büyük oranda kaybedilmekte veya sakat kalmaktadır. Ulusal İnme Derneği verilerine göre, inme geçiren kişilerin yüzde 10’u tamamen iyileşirken, yüzde 25’inin sadece hafif komplikasyonları olduğu bildirilmektedir. Bu nedenle, toplumda inmeye karşı önlemler almalı, farkındalık oluşturmalı ve hastalıkla mücadele yöntemlerini öğrenmeliyiz” dedi.
Kaynak: VM Medical Park Samsun Hastanesi Nöroloji Kliniğinden Doç. Dr. Yakup Türkel
VM Medical Park Samsun Hastanesi Diğer Haber
“Türkiye’de bahar alerjisi vakaları giderek artıyor”
Bahar aylarında artış gösteren alerjik rinite dikkat çeken Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Adem Dirican, “Burunda akıntı, tıkanıklık, kaşıntı ve hapşırık gibi şikâyetlere neden olan kronik bir hastalıktır. Tüm dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 20 -40’ını etkilediği tahmin edilen alerjik rinit özellikle gelişmiş ülkelerde ve çocuklarda sık görülen, yaşamı olumsuz olarak etkileyen, gelişmekte olan ülkelerde ise sıklığı giderek artan bir hastalıktır. Ülkemizde de bugüne kadar yapılan çalışmalar 10 yılda alerjik rinit sıklığında belirgin artış olduğunu göstermektedir” dedi.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Adem Dirican, bahar alerjisi hakkında bilgilendirmelerde bulundu.
Alerjik rinitin ne olduğundan bahseden Dr. Öğr. Üyesi Dirican, “Burunda akıntı, tıkanıklık, kaşıntı ve hapşırık gibi şikâyetlere neden olan kronik bir hastalıktır. Tüm dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 20 -40’ını etkilediği tahmin edilen alerjik rinit özellikle gelişmiş ülkelerde ve çocuklarda sık görülen, yaşamı olumsuz olarak etkileyen, gelişmekte olan ülkelerde ise sıklığı giderek artan bir hastalıktır. Ülkemizde de bugüne kadar yapılan çalışmalar 10 yılda alerjik rinit sıklığında belirgin artış olduğunu göstermektedir” diye konuştu.
“Her yaşta ortaya çıkabilir”
Alerjik rinitin her yaşta görülebilmekle birlikte en sık çocukluktan erişkin döneme geçildiği dönemlerde görülmekte olduğunu belirten Dr. Öğr. Üyesi Adem Dirican, “Alerjik rinitli hastaların yarısında aile hikâyesi vardır. Hem anne hem de baba da alerjik rinit olan çocuklarda alerjik rinit gelişme ihtimali daha fazladır” dedi.
“Polenler bahar alerjisini tetikleyebilir”
Alerjik rinite neden olan alerjenler ülkeden ülkeye, hatta aynı ülke içinde coğrafi bölgelere bağlı olarak değişiklik gösterdiğini vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Dirican, “Ağaç çim, yabani ot polenleri, mantar ve küfler en sık görülen alerjenlerdir. Halk arasında saman nezlesi olarak da bilinen bahar alerjisine neden olan ağaç polenleri ilkbahar başlarında, çimen polenleri ise bahar sonu ve yaz döneminde ortaya çıkar. Bu dönemlerde polenlere maruz kalanlarda şikâyetler görülmeye başlar” şeklinde konuştu.
“Burun tıkanıklığı görülür”
Bahar alerjisinde en sık rastlanılan semptomlara değinen Dr. Öğr. Üyesi Dirican, “Hapşırık, burun tıkanıklığı, burun akıntısı, kaşıntısı, koku ve tat bozuklukları, yumuşak damakta kaşıntı ve baş ağrısı görülür. Bunun yanında yorgunluk, halsizlik, uykuya eğilim, burun tıkanıklığı nedeniyle ortaya çıkan horlama ve uyku kalitesinde bozulma da olabilir. Uyku kalitesinin bozulması ve alerjik rinit semptomları konsantrasyon bozukluğuna neden olarak iş ve okul performansını da olumsuz yönde etkiler. Alerjik rinit, obstrüktif uyku apnesi sendromu için de risk faktörüdür” dedi.
Bahar alerjisi çocuklarda daha sık rastlanıyor
Alerjik rinitin klinik bulgularının özellikle çocuklarda çok fazla olduğunu belirten Dr. Öğr. Üyesi Dirican, “Sadece yüzüne bakarak bile alerjik rinit lehine birçok bulgu saptanabilir. Çocuklarda alerjik rinitin en sık görülen belirtisi alerjik selamdır. Alerjik selam, burun kaşıntısını gidermek ve burun solunumunu rahatlatabilmek için istem dışı olarak avuç içi ile burun ucunu yukarıya doğru bastırılmasıdır. Bu hareketin sık tekrarlanması zamanla burun sırtında ‘Rinit tacı’ denen yatay bir çizgiye sebep olur. Bu görünümün genelde iki yıl kalıcı burun kaşınmasını takiben oluştuğu kabul edilmektedir. Erişkinlerde ise alerjik selam yerini yüz buruşturmaya terk eder” ifadelerini kullandı.
“Teşhis süreci”
Tanı sürecinden bahseden Dr. Öğr. Üyesi Dirican, “Fizik muayene bulguları ve ayrıntılı bir hikâye alınması ile genellikle bahar alerjisi tanısı konulabilir. Ancak tanıyı kesinleştirmek veya ayırıcı tanı yapabilmek için bazı laboratuvar testlerine gereksinim duyulabilir” dedi.
“Alerjen maddelerden korunmak önemli”
Tedavi yollarını anlatan Dr. Öğr. Üyesi Dirican, “Tedavinin temeli sorumlu alerjen maddelerden korunmaya dayanmaktır. Polen alerjilerinin kontrolü mevsimsel oldukları ve tespit edilebildikleri için daha kolaydır. Ancak hastaların kısıtlanması kolay olmamaktadır. Polen mevsimlerinde pencerelerin kapalı tutulması, hava filtrelerinin kullanılması, özellikle sabahları açık havada gezilmemesi, pikniğe gitmemek, dışarıdan eve girildiğinde elbiselerin değiştirilmesi ve duş alınması daha az polen miktarına maruz kalınmasını sağlayabilir” açıklamasında bulundu.
“İlaç tedavisi tercih edilebilir”
Alerjik hastalıkların klinik olarak başladıktan sonra, öncelikle ilaç tedavisiyle kontrol altına alındığını belirten Dr. Öğr. Üyesi Dirican, “İlaç tedavisi semptomları kontrol etmede yetersiz kalıyorsa ya da istenmeyen yan etkiler varsa, alerji test sonuçları uyumlu ve hasta da uyum gösterebilecek ise aşı tedavisi diye bilinen immunoterapi uygulanabilir. İmmünoterapiyi diğer tedavi yöntemlerinden farklı kılan özelliği alerjik hastalığın doğal seyrini değiştirebilen tek tedavi seçeneğinin olmasıdır. Tıbbi tedaviye cevap vermeyen durumlarda burun tıkanıklığını gidermeye yönelik basit cerrahi işlemler yapılabilir” diyerek sözlerini sonlandırdı.
Kaynak: VM Medical Park Samsun Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniğinden Dr. Öğr. Üyesi Adem Dirican
VM Medical Park Samsun Hastanesi Diğer Haber
“Çevresel faktörler de epilepsiyi etkiliyor”
Epilepsinin dünya genelinde yaygın görülen bir hastalık olduğunu belirten Çocuk Nörolojisi Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Hülya İnce, “Epilepsi etnik fark, cinsiyet ayrımı veya yaş sınırlaması olmaksızın herkesi etkileyebilir. Bununla birlikte, çevresel ve genetik faktörlerin hastalık üzerinde etkili olduğu bilinmektedir” dedi.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Çocuk Nörolojisi Kliniği’nden Dr. Öğr. Üyesi Hülya İnce, epilepsinin dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 1’ini etkilediğini ve halk arasında “sara hastalığı” olarak da bilindiğini ifade etti.
“Tetikleyici faktörler olmadan ortaya çıkıyor”
Dr. Öğr. Üyesi İnce, “Epilepsi, beyindeki anormal aşırı ve/veya eşzamanlı nöronal deşarjların neden olduğu aralıklı ataklarla kendini gösterir. Kan şekerinde düşme, kafa travması, biyokimyasal bozukluklar ve küçük çocuklarda yüksek ateş gibi faktörler nöbetlere yol açabilir. Bu durumda tetiklenmiş nöbetler olarak adlandırılırken, epilepsi ise bu tetikleyici faktörler olmadan ortaya çıkan nöbetleri ifade eder” diye konuştu.
“Nöbetler 24 saatten uzun sürüyorsa dikkat”
Epilepsinin tanısının tetiklenmemiş nöbetlerin 24 saatten uzun süre tekrarlaması durumunda konulduğunu vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi İnce, ayrıca epilepsiye yüksek tekrarlama olasılığı olan nöbetlerin yanı sıra özgül bir epilepsi sendromu tanısı alan durumların da dâhil edildiğini söyledi.
“Erişkinlerde erkeklerde daha fazla”
Çevresel ve genetik faktörlerin hastalık üzerinde etkili olduğu bilinmekle birlikte, epilepsinin herhangi bir etnik grup, cinsiyet veya yaş sınırıyla ilişkili olmadığının altını çizen Dr. Öğr. Üyesi İnce, “Ancak erişkin yaş döneminde erkeklerde daha sık görülür çünkü sosyal hayatın içinde daha fazla yer alır ve travmaya maruz kalma olasılıkları daha yüksektir. Özel epilepsi türleri olan West sendromu genellikle erkeklerde, çocukluk çağı absans epilepsisi ise genellikle kızlarda daha sık görülür” dedi.
“Erken bebeklikte nöbet riski yüksek”
Erken bebeklik döneminde nöbet riskinin yüksek olduğunu belirten Dr. Öğr. Üyesi Hülya İnce, bunun gelişmekte olan beyindeki nöron yapısı, iyon kanallarındaki ve reseptör yapılarındaki farklılıklardan kaynaklandığını açıkladı.
“Riskli bebeklerde ilk 1 yıl içinde çocuk nörolojisi uzmanı kontrolü gerekli”
Bebeklerde epilepsiye bağlı etkilenme oranının erişkinlere göre daha düşük olduğunu beliren Dr. Öğr. Üyesi İnce, “Bu nedenle risk altındaki bebeklerin (erken doğum, çoğul gebelik, yenidoğan döneminde hastanede yatış, beyin travması, beyin kanaması, beyin enfeksiyonu geçirme, gelişim geriliği gibi durumları olan bebeklerin) ilk bir yıl içinde mutlaka çocuk nörolojisi uzmanı tarafından değerlendirilmesi gerektiğini ve kalıcı hastalıkların önlenmesi gerekir” diyerek açıklamalarını sonlandırdı.
Kaynak: VM Medical Park Samsun Hastanesi Çocuk Nörolojisi Kliniği
VM Medical Park Samsun Hastanesi Diğer Haber
“Ramazan’da hızlı ve fazla yemek hazımsızlığa yol açabilir”
Ramazan ayında öğün aralarının oldukça uzun olduğunu belirten Gastroenteroloji Uzm. Dr. Ömer Faruk Yolcu, “Bu durum mide rahatsızlıkları olanlarda hastalıkları tetiklemektedir. İftarda ve sahurda fazla yemek yenmesi, sahurda yemekten hemen sonra yatılması, reflü ataklarını tetikleyebilmektedir. Ayrıca uzun süren açlık sonrasında zamanla sindirim sisteminin hareketleri de azalmaktadır. Bu nedenle iftarda hızlı ve fazla yemek tüketmek karında şişkinliğe, hazımsızlığa yol açabilmektedir” dedi.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Gastroenteroloji Kliniği’nden Uzm. Dr. Ömer Faruk Yolcu, Ramazan ayında görülebilecek mide problemleri hakkında bilgilendirmelerde bulundu.
“Gastrit ve ülser hastaları dikkat etmeli”
Oruç tutarken mide rahatsızlığı geçirme riski en yüksek olan kişilerin; gastrit, ülser ve reflü hastalığı olanların olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Yolcu, “İftarda ve sahurda fazla yemek yenmesi, sahurda yemekten hemen sonra yatılması, reflü ataklarını tetikleyebilmektedir. Ayrıca uzun süren açlık sonrasında zamanla sindirim sisteminin hareketleri de azalmaktadır. Bu nedenle iftarda hızlı ve fazla yemek tüketmek karında şişkinliğe, hazımsızlığa yol açabilmektedir. Midelerinde gastrit veya ülser sorunu olanların oruç tutmaya başlamadan önce tedavilerini tamamlamaları tavsiye edilmektedir” şeklinde konuştu.
“Kronik hastalığı olanlar oruç tutmadan önce uzman hekime başvurmalı”
Mide yakınmaları hafif boyutta olan kişilerin, diyet ve ilaç gibi önlemlerle oruç tutmasında bir sakınca görülmediğini belirten Uzm. Dr. Yolcu, “Kronik hastalığı, geçirilmiş ülseri veya mide kanaması olanların ise Ramazan öncesinde bir uzmana başvurarak gereken önlemler almaları, gerekiyorsa bu süreci ilaç tedavisi ile desteklemeleri gerekmektedir. Henüz tedavisi süren ülser hastaları, yeni geçirilmiş mide kanaması, mide kanseri, ciddi reflü hastalığı veya çeşitli mide hastalıkları nedeniyle beslenme güçlüğü olanların oruç tutmaları ise sağlık açısından sakıncalı durumlara neden olabilmektedir” dedi.
“Uyku düzenine dikkat edilmeli”
Uzm. Dr. Yolcu, sağlıklı oruç tutmanın yollarıyla ilgili şu bilgileri paylaştı:
“Oruç tutanların yeteri kadar su tüketmeleri, Ramazan süresince uyku düzenlerine dikkat etmeleri gerekir. Ramazan’da metabolizmanın hızı düştüğünden kilo almak kolay hale gelir. Bu nedenle, bol kalorili, ağır yiyeceklerden uzak durulmalıdır. İftarı iki öğüne bölerek almalı. İftarda mideye aniden yüklenmek, hazımsızlık sorunlarına yol açıyor. Ramazan’da sindirim sorunları yaşamamak için ilk öğünde bir tabak çorba, bir adet hurma veya incir tercih edilebilir.”
“Sahura kalkmadan oruç tutulmamalı”
Sahura kalkmadan oruç tutmanın sakıncalı olduğuna değinen Uzm. Dr. Yolcu, “Sahura kalkmadan oruç tutulursa, aç kalma süresi uzayacağından metabolizma hızı düşer, halsizlik ve baş ağrısı görülebilir. Hem sahur hem de iftarda yemeklerinizi yavaş yiyin. Lokmalarınızı çok çiğneyin ve bol su için. Mide şişkinliğinden kaçınmak, uyku kalitenizi de arttıracaktır. Yağlı, acılı ve baharatlı yemeklerden kaçının. Oruç süresince vücut çok uzun süre susuz kaldığından sıvı kaybını telafi etmek için iftar ile sahur arasında sık sık su içmek gerekir” dedi.
“İftardan 2 saat sonra kendinizi çok yormadan yürüyüş yapabilirsiniz”
Oruç süresince kan şekerinin düştüğünü söyleyen Uzm. Dr. Yolcu, “İftar yapıldığında kan şekeri hızla yükselir. Eğer kişiler sahura da kalkmıyor ise kan şekerinin düşüşü günün erken saatlerinde başlar ve düşmeye de devam eder. Bu nedenle azar azar ve sık beslenme ilkesi iftar sonrasında da uygulanmalıdır. Ramazan’da hareketsiz kalmamaya özen gösterilmelidir. İftardan 2 saat sonra kendinizi çok yormadan yürüyüş yapabilirsiniz. Fazla yediklerinizi yakmak için tok karnına yürüyüş yapmanın, koşmanın, spor salonlarında aşırı efor harcamanın sakıncalı olduğunu da unutmayın” açıklamasında bulundu.
“İftara çorba ile başlayın”
İftara su, çorba ve salata gibi hafif yiyeceklerle başlamayı öneren Uzm. Dr. Yolcu, “İftarda boş mideye hızlı bir şekilde yüklenme yapmayın. Lokmalarınızı yavaş ve uzun uzun çiğneyin. Ana öğünü orucunuzu açtıktan birkaç saat sonra tercih edin. Meyve ve sebzeye ağırlık verirken yoğurt, ayran veya süt tüketmeye dikkat edin” ifadelerini kullandı.
“Sahurda aşırı baharatlı yiyeceklerden uzak durulmalı”
Sahurda mideyi yoracak aşırı baharatlı, yağlı ve tuzlu yiyeceklerden kaçınılması gerektiğine dikkat çeken Uzm. Dr. Yolcu, “Sahurda aşırı yemek yerine, kepekli tahıl ürünleri, sebze, salata gibi sindirimi uzun süren yiyecekleri tercih edin. Ramazan’da, özellikle sahurda, lifli gıdalar tüketin; kızartma, kebap gibi ağır ve baharatlı yemeklerden uzak durun” dedi.
“Oruç kilo verme yöntemi değildir””
Orucun asla bir kilo verme yöntemi olmadığını vurgulayan Uzm. Dr. Yolcu, “Çoğu kişi Ramazan’da zayıflayacağı yanılgısına düşer. Oysaki metabolizmanın yavaşlaması nedeniyle Ramazan’da kilo alma riski düşeceğine artar. Ramazanda özellikle hamur işi yiyecekler, pide ve tatlılar yüksek kalorili olmaları nedeniyle kilo artışına yol açar. İftarda yavaş ve az miktarda yiyip, birkaç saat sonra ara öğün gibi takviye almak en ideal iftar sofrası olarak öneriliyor” şeklinde konuştu.
“Bol su içilmeli”
Ramazan’da kilo almayı engellemenin en önemli yolunun bol su içmek olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Yolcu, “İftarla sahur arasında 2,5 litre kadar su içmeye dikkat edin. Ramazan’da baharat tüketimine de dikkat edin. Kompostolarda şeker yerine tarçın çubuğu kullanarak tatlandırma yoluna gidin. Kimyon sindirimi rahatlattığı için az miktarda da olsa kullanmaya özen gösterin. Zerdeçal ise safra keseniz için faydalı olacaktır” dedi.
“İftara çorba ile başlamak ağır yemek yemeyi engelleyebilir”
İftara çorbayla başlanmasını öneren Uzm. Dr. Yolcu, “Özellikle sebze ve yoğurtlu çorbalar hem sindiriminizi kolaylaştırır hem de doygunluk hissi vereceği için fazla ve ağır yemek yemenizi engeller. Doyma hissi ilk lokmadan 13 dakika sonra beyine ulaşır. Bu yüzden çorbadan ana yemeğe geçmeden önce 3-4 dakika ara verin. Kabuklu meyve tüketin. Bu hem tokluk hissini arttırır, hem vitamin desteği sağlar, hem de bağırsağın çalışmasını sağlar. En son olarak iftardan 1-1,5 saat sonra 45-60 dakika boyunca tempolu bir şekilde yürüyün. Bu metabolizmanızın yavaşlamasını engeller. Böylece hem formunuz hem de sağlığınızı korumuş olacaksınız” diyerek sözlerini noktaladı.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Diğer Haber
“Ramazanda aşırı çay ve kahve tüketmek, ertesi gün susamaya yol açıyor”
Ramazan ayında tüketilen çay ve kahvenin su ihtiyacını karşılamadığına dikkat çeken Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Tuğçe Yılmaz, “Ramazanda kısa yeme içme süresi nedeniyle su tüketimi zor olduğundan genellikle çay ve kahveye daha fazla önem verilir. Ancak çay ve kahve, diüretik etkileri nedeniyle vücuttan su atılımını hızlandırır. Ayrıca aşırı tüketildikleri takdirde ertesi gün susama sorununa da yol açabilir. Bu nedenle çay ve kahvenin miktarını azaltıp, günlük su tüketiminize önem vermelisiniz” dedi.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Tuğçe Yılmaz, Ramazan ayında su tüketimi hakkında bilgilendirmelerde bulundu.
Günlük su tüketimi miktarı kişiye göre değiştiğine belirten Dyt. Yılmaz, “Genellikle kilogram başına yaklaşık 35 ml su içilmesi önerilir. Ancak Ramazan ayında kısa yeme içme süresi nedeniyle günlük su tüketimi zor olabilir ve su miktarı genellikle önemsenmez. Bunun yerine çay ve kahveye daha fazla önem verilir. Ancak çay ve kahve, diüretik etkileri nedeniyle vücuttan su atılımını hızlandırır. Ayrıca çay ve kahve suyun yerini tutmaz ve aşırı tüketimi ertesi gün susama sorununa yol açabilir. Bu nedenle çay ve kahvenin miktarını azaltıp günlük su tüketiminize önem vermelisiniz. Oruç tutarken baş ağrısı ve susama sorunlarını önlemek için en azından günde 1,5 litre su tüketmeye çalışmalısınız” şeklinde konuştu.
“Su, iftar ile sahur arasına zamana yayılarak tüketilmeli”
Ramazan ayında su içerken dikkat edilmesi gereken durumlara değinen Dyt. Yılmaz, “Orucunuzu açarken 1 bardak su içip kalan suyu iftar ile sahur arasına yayarak içmek daha iyidir. Yatmadan 1 saat önce su içmeyi bitirmek önemlidir. Aksi takdirde gece sık tuvalete kalkma ihtiyacı, uyku kalitesini düşürebilir ve ertesi gün daha yorgun hissedebilirsiniz. Ayrıca, çorba, maden suyu, çay ve kahvenin su yerine geçmediğini unutmamalısınız” dedi.
“Tuzlu ve baharatlı gıdalar susuzluğa yol açabilir”
Susuz kalmamak için oruç tutarken dikkat edilmesi gereken önlemler olduğundan bahseden Dyt. Yılmaz, “Günlük su tüketiminizi yerine koymanın yanı sıra, iftar ve sahur öğünlerinde susuzluğa neden olabilecek tuzlu ve baharatlı gıdalardan kaçınmalısınız. İftar ve sahur arasında tüketeceğiniz suya taze limon dilimleri, yaş zencefil, taze nane yaprakları veya rulo tarçın eklemek suya farklı bir aroma katar, içiminizi kolaylaştırır, mideyi rahatlatır ve tatlı yeme isteğini bastırabilir. Ayrıca, su içeriği yüksek sebze ve meyvelerden faydalanabilirsiniz. Sahurda salatalık ve domates dilimlerini sofraya ekleyebilir, iftar sofrasında da daha fazla salata ve sebze yemeği tüketebilirsiniz” şeklinde konuştu.
“Su içmek böbrek rahatsızlıklarına iyi gelir”
Dyt. Yılmaz, su içmenin vücuda faydalarını şöyle sıraladı:
“Su ağız kokusunu önler.
Sindirim problemlerinden kaynaklanan kabızlık ve bağırsak tembelliğini gidermeye yardımcı olur.
Böbrek rahatsızlıklarına karşı koruyucu etkiye sahip olabilir.
Vücut ısısını dengeler.
Vücuttaki toksinleri atar ve cildi gençleştirir.
Kilo vermeye yardımcı olur ve yağ yakımını hızlandırır.
İç organların sağlıklı çalışmasını sağlar.
Sindirim sistemini düzenler.
Vücuttaki ödemin atılmasını sağlar.”
Kaynak: VM Medical Park Samsun Hastanesi Beslenme ve Diyet Kliniği
VM Medical Park Samsun Hastanesi Diğer Haber
Ramazanda demir eksikliğine dikkat edilmeli
“Ramazanda demir eksikliğine dikkat edilmeli”
Uzm. Dr. Harika Uğurtay
Ramazan ayında demir eksikliği olanların kan testi yaptırarak tedbiri elden bırakmamaları gerektiğini belirten İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Harika Uğurtay, “Oruç tutanlar için demir takviyesi gerekiyorsa, ilaçlar sahurdan en az yarım saat sonra veya iftardan 2-3 saat sonra alınmalıdır” dedi.
VM Medical Park Samsun Hastanesi İç Hastalıkları (Dâhiliye) Uzmanı Dr. Harika Uğurtay, demir eksikliği ve oruç hakkında bilgilendirmelerde bulundu.
Kansızlığı kanın yeterli ve sağlıklı kırmızı kan hücrelerine sahip olmaması durumu olarak tanımlayan Uzm. Dr. Uğurtay, “Bu durumun başlıca nedeni demir eksikliğidir. Kırmızı kan hücreleri vücudun dokularına oksijen taşır” diye konuştu.
“Belirtilere dikkat edilmeli”
Demir eksikliğinde görülen belirtileri dile getiren Uzm. Dr. Uğurtay, “Yeterli miktarda demir olmadığında, bu oksijen taşıyıcı madde olan hemoglobin de yetersiz olur ve bunun sonucunda halsizlik, çabuk yorulma, çarpıntı, baş dönmesi ve nefes darlığı gibi şikâyetler ortaya çıkabilir. Ayrıca saç dökülmesi, tırnaklarda güçsüzlük ve şekil değişiklikleri, dil ve dudakta bozulmalar gibi belirtiler de görülebilir. Kişide demir eksikliği anemisi varsa, besleyici olmayan maddeleri (toprak, kömür, buz vb.) tüketme isteği de ortaya çıkabilir” şeklinde konuştu.
“Demir eksikliği anemisinin sebepleri”
Demir eksikliği anemisinin farklı sebeplerden kaynaklanabileceğini söyleyen Uzm. Dr. Harika Uğurtay, “Bunlar arasında demir alımının yetersiz olması (vejetaryen veya vegan bir beslenme, yetersiz demir içeren bir diyet),ihtiyacın artması (gebelik), emilim bozuklukları (çölyak hastalığı, mide-bağırsak operasyonları) sayılabilir. Kayıplar (yoğun adet kanamaları, hemoroid kanaması, kansere bağlı kan kayıpları, sık kan bağışı gibi) ve çeşitli kan hastalıklarına bağlı kan yıkımı da neden olabilir” dedi.
“6 ayda bir kan testi yaptırılmalı”
Bireyin şikâyetleri olmasa bile en az altı ayda bir kan testi yaptırmasını öneren Uzm. Dr. Uğurtay, “Özellikle 50 yaşından sonra erkeklerde ve menopozdaki kadınlarda demir eksikliği anemisi tespit edilirse, kanser taraması yapılması önemlidir” açıklamasında bulundu.
“Kabızlık sorunu olan kişiler posalı besinlere öncelik vermeli”
Ramazan döneminde sıvı açığının iftar ve sahur arasında tamamlanmasına dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan Uzm. Dr. Uğurtay, “Dengeli bir beslenme hedeflenmeli ve özellikle kabızlık sorunu olan kişiler posalı besinlere öncelik vermelidir. Demir takviyesi gerekiyorsa, ilaç sahurdan en az yarım saat sonra veya iftardan 2-3 saat sonra alınmalıdır” dedi.
Kaynak: VM Medical Park Samsun Hastanesi İç Hastalıkları (Dahiliye) Kliniği
VM Medical Park Samsun Hastanesi Diğer Haber
“Emziren anneler oruç tutmadan önce doktoruna danışmalı”
Emziren annelerin oruç tutmasının, anne sağlığı ve bebeğin beslenmesi açısından dikkat edilmesi gereken bir konu olduğunu belirten Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Zeynep Banu Erdoğdu, “Emzirirken oruç tutmaya uzun süreli açlığın anne sütüne etkisi, bebeğin beslenme düzeni ve annenin kendi beslenme ihtiyaçları gibi faktörler göz önünde bulundurularak karar verilmelidir. Her anne ve bebeğin durumu farklı olduğundan, oruç tutmadan önce doktora danışılması gereklidir” dedi.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Zeynep Banu Erdoğdu, emzirme ve oruç hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Emziren annelerin oruç tutmasının, anne sağlığı ve bebeğin beslenmesi açısından dikkat gerektiren bir konu olduğunu dile getiren Op. Dr. Erdoğdu, “Bu süreçte, oruç tutmaya karar verirken uzun süreli açlığın anne sütüne etkisi, bebeğin beslenme düzeni ve annenin kendi beslenme ihtiyaçları gibi faktörler göz önünde bulundurulmalıdır. Her anne ve bebeğin durumu farklı olduğundan, oruç tutmadan önce doktorunuza danışmak önemlidir. Doktorunuz size bireysel tavsiyelerde bulunabilir ve sağlıklı bir oruç tutma planı oluşturmanıza yardımcı olabilir” şeklinde konuştu.
“Anne sütü kalitesi etkilenebilir”
Doğum Uzmanı Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Zeynep Banu
Emziren bir anne olarak oruç tutmayı düşünenlerin, bebeklerin beslenme düzenini de göz önünde bulundurması gerektiğini söyleyen Op. Dr. Erdoğdu, “Anne sütü, bebeğin büyüme ve gelişimi için gerekli olan besinleri sağlar. Ancak oruç tutarken sıvı ve besin alımınız kısıtlandığından, anne sütünün kalitesi ve miktarı etkilenebilir. Bu yüzden bebeğinizi düzenli aralıklarla emzirmeniz ve yeterli miktarda sıvı tüketmeniz önemlidir. Sıvı tüketimine özen göstermek, hem kendi sağlığınızı korumanızı hem de bebeğinizin beslenme ihtiyaçlarını karşılamayı sağlar” dedi.
“Hekiminiz ek besin takviyeleri önerebilir”
Gerektiğinde ek besin desteği almanın da bebeğin ihtiyaçlarını karşılamak için atılması gereken adımlardan biri olduğunu belirten Op. Dr. Erdoğdu, “Eğer oruç tutarken yetersiz beslenme riskiyle karşılaşıyorsanız, doktorunuz size ek besin takviyeleri önerebilir. Bu takviyeler, bebeğin gelişimi için gerekli olan besinleri sağlamak amacıyla kullanılabilir. Doktorunuzun önerilerine uymak, bebeğinizin sağlığını korumak için önemlidir” ifadelerinde bulundu.
“Annenin beslenme ihtiyaçları göz ardı edilmemeli”
Emziren anneler için oruç tutma sürecinde dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli noktanın da kendi beslenme ihtiyaçlarını göz ardı etmemek olduğunu vurgulayan Op. Dr. Erdoğdu, “Oruç tutarken sağlıklı ve dengeli bir beslenme planı izlemek önemlidir. İftar ve sahur öğünlerinde besin çeşitliliğine dikkat etmek, protein, lif, vitamin ve mineral açısından zengin gıdalar tüketmek önemli bir adımdır. Bu şekilde kendi sağlığınızı koruyabilir ve emzirme süreci boyunca enerji seviyenizi yüksek tutabilirsiniz” diye konuştu.
Kaynak: VM Medical Park Samsun Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği
VM Medical Park Samsun Hastanesi Diğer Haber
“Kan şekeri dengesizliği, oruç tutmayı riskli hale getirebilir”
“Kan şekeri dengesizliği, oruç tutmayı riskli hale getirebilir”
Diyabetin kan şekeri dengesinin bozulduğu bir hastalık olduğunu söyleyen Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Hulusi Atmaca, “Diyabetik bireylerde pankreastan salgılanan insülinde yetersizlik olduğu için kan şekeri dengesi kurulamaz. Diyabet hastalarının oruç tutabilme durumu, hastalığın tipine, seyrine ve eşlik eden diğer hastalıklara bağlıdır” dedi.
VM Medical Park Samsun Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Hulusi Atmaca, Ramazan ayında oruç ve diyabet hakkında bilgilendirmede bulundu.
Diyabetin halk arasında genellikle kan şekerinin çok yükselebildiği bir hastalık olarak bilinmesine rağmen,gerçek hayatta kan şekerinin anormal yükselme ve/veya hayati tehlikeye sokacak kadar anormal düşmeye neden olabildiğini söyleyen Prof. Dr. Mehmet Hulusi Atmaca, “Bu açıdan diyabet, kan şekerinin dengesizleştiği bir hastalıktır. Diyabeti olmayan sağlıklı bireylerde beslenmedeki dengesizliklere rağmen kan şekeri normal sınırlarda seyredebilirken, diyabetik bireylerde pankreastan salgılanan insülindeki yetersizlik nedeniyle bu denge kurulamaz. Böylece uzun süren açlıklarda kan şekeri hayati tehlikelere yol açabilecek ani şeker düşüklüğüne veya aşırı ve sağlıksız beslenmede kan şekerinin ileri derecede yükselmesine yol açabilir” ifadelerine yer verdi.
“Bazı diyabetlilerin oruç tutması riskli olabilir”
Orucun mevsimine ve yaşanan coğrafyaya göre değişen sürelerde gün boyu açlığın ve susuzluğun sürdüğü bir ibadet olduğunu söyleyen Prof. Dr. Atmaca, “Hangi hastanın oruç tutabileceği diyabetinin tipine, seyrine ve eşlik eden diğer hastalıklara bağlı değişiklik gösterir. Bu yüzden her diyabet hastasının bu açıdan ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Bazı hastaların uzun sürecek bir açlık veya susuzluğa maruz kalması uygun değildir, bazılarının da uygun önlemler ve tedavide yeni düzenlemelerle oruç tutması sağlanabilir” dedi.
“Oruç ve diyabet ilişkisi, 3 grupta değerlendiriliyor”
Oruç ve diyabetik hasta ilişkisinin basitçe üç grupta ele alınabileceğini söyleyen
Prof. Dr. Atmaca, bunları şu şekilde sıraladı:
“Koşulsuz oruç tutmaması gereken hastalar:Bunlar; tip 1 diyabeti olanlar, tip 2 diyabeti olup da kan şekeri dengesiz ve kontrol dışı seyredenler, kan şekerinde ani düşmeler (hipoglisemi) yaşayanlar, yoğun insülin tedavisi (günde 3 kez veya daha fazla insülin enjeksiyonu) alanlar, diyabetik gebeler ve böbrek yetmezliği eşlik eden hastalardır.
Belirli önlemleri alması koşuluyla oruç tutabilecek hastalar: Diyabet hapları ile veya günde bir veya iki kez insülin kullanımı ile kan şekeri dengede olan tip 2 diyabetli hastalardır. Bu gruba giren hastaların hekimlerine başvuru yaparak oruca özgü bir tedavi düzenlemesi yapmalıdır. Aksi halde oruç tutmamalıdır.
Oruç tutabilecek hastalar: Kan şekeri sadece diyetle veya metformin ve/veya pioglitazon içeren haplarla kontrol altında olan hastalardır. Bu hastaların oruç tutmaları halinde, ilaçlarındaherhangi bir değişikliğe ihtiyacı yoktur.”
“Tatlı ve hamur içerikli gıdalardan uzak durulmalı”
Oruç tutması uygun görülen hastaların yaklaşık 14 saat sürecek açlık ve susuzlukta dikkat etmesi geren durumlar olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Atmaca, “Oruç sırasında kan şekerinde ani düşmeler veya 250 mg/dl’yi aşacak yükselmelerde oruca son verilmeli ve hekime başvurmalıdırlar. Hastaların mutlaka sahura kalkmaları, yeteri kadar sıvı almaları ve menü içeriği ve miktarı büyük önem arz eder. TatlıTatlı ve hamur içerikli gıdalardan uzak kalmak ve kalori sınırlaması, özellikle kilo sorunu olan hastalar için kilo kaybı sağlayabilir. Sonuç olarak, uygun hastalar için Ramazan ayı sağlık açısından bir fırsat ve kazanç ayına dönüştürülebilir” dedi.
Kaynak: VM Medical Park Samsun Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kliniği
VM Medical Park Samsun Hastanesi Diğer Haber
VM Medical Park Samsun’da 14 Mart Tıp Bayramı Sergisi açıldı
14 Mart Tıp Bayramı Sergisi açıldı
VM Medical Park Samsun’da 14 Mart Tıp Bayramı Sergisi açıldı
VM Medical Park Samsun Hastanesi C Blok Lobi’dedüzenlenen 14 Mart Tıp Bayramı Sergisi’nde, öğrenciler yeteneklerini sergileme ve topluma sanatın iyileştirici gücünü anlatma fırsatı buldular.Samsun Eğitim Bilimleri Koleji öğrencileri tarafından hazırlanan sergide “SanatınSanatın İyileştirici Gücü” teması işlendi.
14 Mart Tıp Bayramı’na özel açılan resim sergisi, hastane çalışanları ve ziyaretçiler tarafından büyük ilgi gördü. VM Medical Park Samsun Hastanesi Başhekimi ve Nükleer Tıp Uzmanı Dr. Şafak Aygül, Beyin ve Sinir Cerrahisi (Nöroşirürji) Uzmanı Prof. Dr. Keramettin Aydın, Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Talha Özdemir, sergiyi ziyaret eden öğrencilerle bir araya geldi. Öğrenciler hem hekimlerin tıp bayramını kutlamanın heyecanını yaşadılar hem de tıp bölümü hakkında detaylı bilgiler edindiler.
Hastane yönetimi ve doktorlar, öğrencilerin ziyaretinden dolayı duydukları memnuniyeti dile getirerek sağlıkla ilgili doğru bilgi sahibi olmanın önemini vurguladılar. Öğrenciler, hastanede yapılan işlemleri ve tedavileri yakından görerek sağlık hizmetlerinin ne kadar değerli olduğunu deneyimlediler.
“Sanatın iyileştirici gücü anlatıldı”
Etkinlikle ilgili bilgilendirmede bulunan VM Medical Park Samsun Hastanesi Başhekimi Dr. Şafak Aygül, “Bu resim sergisi, öğrencilerin sanat aracılığıyla kendilerini ifade etme becerilerini göstermelerine ve topluma sanatın iyileştirici gücünü anlatma fırsatı sunmalarına odaklandı. Amacımız, sağlık alanında çalışmanınönemini vurgulamak ve toplumda sağlık bilincini artırmaktı” dedi.
Kaynak: VM Medical Park Samsun Hastanesi
- İrlandalı aktör Cunningham Gazze’de ateşkes çağrısında bulundu - 21/12/2024
- Palandöken’de çığ düştü: 1 ölü, 5 yaralı - 21/12/2024
- Yurt içinde gözler TCMB’nin faiz kararında - 21/12/2024
Kandilli son depremler listesi için TIKLAYIN
AFAD son depremler listesi için TIKLAYIN
DEPREM iLE iLGiLi HABERLER
CANLI SKOR