Bozan: Diyarbakır’da 1 Kasım 1895 Cuma günü Diyarbakır’da kan gövdeyi götürüyor.
Bozan: Diyarbakır’da 1 Kasım 1895 Cuma günü Diyarbakır’da kan gövdeyi götürüyor.
Güneydoğu Güncel Gazetesi Mehmet Zeki Özer’in Dicle Üniversitesi’nden Prof. Dr. Oktay Bozan ile yaptığımız İslam ve Diyarbakır tarihi röportajın bugün dördüncü bölümü.
Mehmet Zeki Özer özel
Prof. Dr. Oktay Bozan: Diyarbakır ve çevresi Hz. Ömer döneminde İslam idaresi altına girmiş, İstanbul ise 15. Yüzyılda. Arada uzun bir dönem var. Hristiyanların içinde de Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler ve Rumlar gibi farklı etnik ve dini unsurlar var. Bu yönüyle Diyarbakkır’ı Kudüs’e benzetmek mümkün. Thomas Mendilciyan’ın mektubu dikkat çekicidir. Mendilciyan, Müslümanların Cuma günü namazda iken, caminin basılmasını öneriyor. Bunun etkili sonuçlar vereceğini ifade ediyor. 1985 Cuma günü 8 camiye cuma namazı esnasında saldırılar düzenleniyor. Diyarbakır’da o gün hutbe yarıda kalıyor. Diyarbakır’da o gün Cuma namazı kılınmıyor. Diyarbakır’da o gün camii avluları kana boyanıyor. Dedi
Mehmet Zeki Özer: Diyarbakır, İstanbul’dan önemli mi?
Prof. Dr. Oktay Bozan :Buna nereden baktığımıza bağlı. İstanbul kadim bir şehir, Roma, Bizans ve Osmanlı Devleti gibi büyük imparatorluklara başkentlik yapmış bir yer. Ancak Müslümanların idaresi altına girmesi ve İslam medeniyeti ile tanışması açısından yaklaşık 7 asır var. Diyarbakır ve çevresi Hz. Ömer döneminde İslam idaresi altına girmiş, İstanbul ise 15. Yüzyılda. Arada uzun bir dönem var. Aslında Diyarbakır’ın fethi dolaylı olarak Anadolu’nun ve İstanbul’un fethine zemin hazırlıyor. Bölgenin İslamlaşması Malazgirt’e giden sürece de katkı sunuyor. Mesela Malazgirt’e zaferine Silvan merkezli Mervanî devleti ciddî bir katkı sunuyor. On bin civarında Mervani askerinin iştirak ettiğini görüyorsunuz.
Mehmet Zeki Özer:Ermeni meselesi hakkında görüşleriniz?
Prof. Dr. Oktay Bozan :Ermeni meselesi ve bu konuya dair tartışmalar yüzyılı geride bıraktı. Diyarbakır’da demin bahis ettiğim üzere birçok üç ilahi dinin mensupları ve kendi içinde alt bileşenleri yaşıyor. Hâkim unsur olan Müslümanların yansıra Hıristiyanlar ve Yahudiler var. Hristiyanların içinde de Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler ve Rumlar gibi farklı etnik ve dini unsurlar var. Böyle değişik değişik bileşenler var. Bu yönüyle Diyarbakkır’ı Kudüs’e benzetmek mümkün. Dünyada Diyarbakır’a benzeyen çok az şehir vardır. Bir çok farklı etnik kimlik, din ve mezhep mensubu mevcut. Mesela bazı şehirlerde Süryani yoktur. Bazı şehirlerde Ermeniler ve Rumlar yoktur. Bazı şehirlerde Türk yoktur, bazılarında Kürt yoktur. Ama Diyarbakır’da Müslümanların ve gayrimüslimlerin önemli ölçüde varlığını sürdürdüğünü görüyoruz.
Mehmet Zeki Özer:Diyarbakır, nüfusuyla, bileşenleriyle farklı konumda, diyorsunuz…
Prof. Dr. Oktay Bozan: Evet, Diyarbakır’da Müslüman kesimin bileşenleri hem de Hristiyanların bileşenleri dahası Yahudilerin bileşenleri var. Mesela Diyarbakır-Çermik’e bakıyorsun Yahudiler var. Siverek’te bakıyorsun Yahudiler var. Diyarbakır merkezde Yahudiler var. Ancak 19. yüzyıla kadar Diyarbakır’da Müslümanlarla, gayri- Müslimler arasında hakikaten kayıtlara yansıyan etnik kimliğinde ya da inancından dolayı bir çatışmaya tanık olmuyoruz.
19. Yüzyıla geldiğimizde vaziyet değişiyor. 19. Yüzyıl ideolojiler çağı diye tanımlanır. Bu süreçte büyük ölçüde Avrupa’dan esen milliyetçilik propagandasının etkisiyle halklar arasındaki kadim ilişkiler zarar görüyor.
Bu dönemde Osmanlı Devleti ciddi anlamda varoluş mücadelesi veriyor. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra bu coğrafyada, Diyarbakır çevresinde Müslümanlarla gayri- Müslimler arasında hoşnutsuzluk başlıyor. Yani düne kadar 1000 yıllık beraber yaşayan, kapı komşusu olan insanlar birbirlerine kaygıyla bakıyor. Sürekli kendisini boğazlayacakmış gözüyle bakıyor.
Mehmet Zeki Özer:Bunu nereden anlıyoruz?
Prof. Dr. Oktay Bozan :Bu dönemdeki arşiv belgeleri, konsolosluk raporları ve seyyahların anlatıları bu açıkça göstermektedir. Oysa 19.yüzyıla kadar böyle değildi. Diyarbakırlı tarihçi ve devlet adamı Ali Emiri “Vilayet-i Şarkiyye” adlı eserinde şunu diyor: “Bir Ermeni, Kudüs’e gittiği zaman, İstanbul’a gittiği zaman, Fransa’ya gittiği zaman ailesini Müslüman komşusuna bırakırdı. Bir Müslüman da hacca gittiği zaman ya da bir şehre, İstanbul’a gittiğinde ailesini Ermeni komşusuna bırakır. Ermeniler Müslümanları kardeş, Müslümanlar Ermenileri sırdaş kabul ederdi. Ermemi komitacıları ortaya çıkana kadar bu durum devam etti”.
Diyarbakır’da Müslümanlar Ermeniler farklı mahallelerde yaşamıyorlardı. Diyarbakır’ın böyle bir özeliği de var. Genellikle iç içedirler, yani bir mahallede sadece Ermeni göremiyoruz. Bazı mahallere “Gavur Mahallesi” dense de bu tarih açısından hakikat değil. Çoğunluk olabilir ama her mahallede Müslümanlar da var. Bu durumu elimizdeki kayıtlar bunu teyit etmektedir. Fatih Paşa Mahallesinde de, Dabanoğlu Mahallesinde de Memedin Mahallesinde de Cami-i Kebir Mahallesinde de aynı durum vardır. Bu mahallelerin hiç birisinde sadece Müslümanlar, sadece Ermeniler yoktur. Hepsi beraber yaşıyor, Rumlar var, Ermenilerle Süryaniler içi içe geçmişleri. Gündelik hayatta Ermeniler çok önemli pozisyonda.
Mesela Polonyalı Simeon diye bir seyyah var. Simeon’un aktardıklarına göre Diyarbakır’da gündelik hayatı belirleyenler Ermenilerdir. Yani üretim sektörü, atölyeciler, lokanta sektörü. Gündelik hayata yani hayatı idame ettiren şeylerin en başında Ermeniler geliyor. Marangozluk, demircilik gibi önemli sanat, beceri ve süreklik gerektiren işlerden genellikle Ermeniler yapıyor.
Mehmet Zeki Özer: Peki, niye Müslümanlar yapmıyor?
B Prof. Dr. Oktay Bozan :unun bir izahı var elbette. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler askerlik yapmıyor. Askerlik, Müslümanlar için önemli bir durum, Müslümanlar askere gidiyor. Askerlik bazen 8- 9 yıl sürüyor. Bir kısmı cephede hayatını kayıp ediyor, ya da geldiği zaman işini devam ettiremiyor. Oysa sanat ve beceri işleri, uzun soluklu işlerdir. Askerde olan Müslümanın eşi ve çocukları varsa bazen perişân halde kalıyor. Savaşlar nedeniyle Müslüman erkek nüfus azalıyor. Bu durum üretimi ve nüfusu etkiliyor. Müslüman ailelerde ev reisi olmadan, tüm yük ailede kadının ve yaşlıların sırtında kalıyor. Savaştan geri dönenlerin bazısında sakatlıklar var. Oysa gayrimüslimler, vergisini ödüyor, meslek ve sanat dallarında çalışıyor. Ailelerinden kayıplar yok, dramlar söz konusu değil. Müslümanlar gibi savaşlardan doğrudan etkilenmiyor. Ekonomik durumları oldukça iyi. Sadece Diyarbakır’da değil, bölgenin birçok yerinde beceri ve ustalık gerektiren işler büyük ölçüde Ermenilerin tekelindedir. Bu nedenle bu coğrafyada en medenî halklardan birisi Ermenilerdir. Medenî ifadesini “şehirli ve sanatkâr olmak” anlamında kullanıyorum. Elimizdeki nüfus kayıtlarına baktığımız zaman Ermenilerin isimlerin başında ve devamında genellikle meslek ifadesinin geçtiğini görüyoruz. Mendilciyim, leblebiciyim, demirciyim, kazancıyım… Böyle hepsi meslekten ailedir.
Mehmet Zeki Özer:Ermeni meselenin ortaya çıkmasında neler etkili oldu?
Prof. Dr. Oktay Bozan :1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı bir kırılma noktası oluşturuyor. Osmanlı Devleti bu savaşta ağır bir yenilgi alıyor. Rusların Ermenilerle teşrik-i mesaisi daha da artıyor. Bu süreçte Büyük Devletlerin bölgedeki konsolosluk faaliyetleri çok büyük tahribat yapıyor. Bu dönemde Diyarbakır’da İngiliz konsolosluğu, Fransız konsolosluğu, Rus konsolosluğu var. Bunlar, Osmanlı devleti ile çatışmayı göze alan Ermenileri koruma ve himaye hususunda ittifak halindeler. Onları isyana teşvik etme konusunda çok cesurca adımlar atıyor. Misyonerlik faaliyetleri etkili oluyor. Misyonerlik faaliyetleri biliyorsunuz Haçlı seferleri ile ortadan kaldıramadığı Müslümanlığı eğitim yolu ile asimilasyon yolu ile dize getirmeye dayalı bir proje aslında. Bu amaçla Hıristiyanlar 17. yüzyıldan itibaren misyonerlik faaliyetlerine çok büyük ehemmiyet veriyorlar. Önce Katolikler burada misyonerlik okulunu açıyorlar, 17. Yüzyılda. 18. Yüzyıldan sonra bu sefer Protestanlar üzerinden İngilizler, Almanlar, Amerikalılar devreye giriyor. Bu konuda oldukça başarılı oluyorlar. Osmanlı Devleti içerisinde binlerce misyoner. Misyonerler sadece Hristiyanlığı anlatmıyor aynı zamanda Müslümanlara düşmanlığı telkin ediyor. Bir devlet düşmanlığı işleniyor. Bu arada Osmanlı Devleti ile çatışan Ermeni militanlar “kahraman” olarak takdim ediliyor. Türklerle ya da Kürtlerle mücadele eden komitacılar ile Ermeni aktörleri saygın ve muteber şahsiyetler olarak topluma sunuluyor. Mesela 1899 tarihinde Diyarbakır’ın bir nahiyesi olan Çüngüş’te bir risale yakalanıyor. İrkaran adlı risaleyi ben okudum. 26 sayfalık bir risale. O risalede Ermeni komitacılarının her biri bir kahraman olarak anlatılıyor. Bunların amacının Müslümanları, Türkleri Kürtleri öldürmek olması telkin ediliyor. Bu kapsamdaki marşlar her gün çocuklara söyletiliyor. Okullarında Ermenistan haritası asılmış vaziyette. Böyle bir durum söz konusu.
“Ermenistan” dediğimiz yer neresi? Bazen “Vilayet-i Sitte” tabiri kullanılıyor. Peki, bahsedilen altı vilayet bugün Türkiye’nin kaç ilini kapsıyor ? Ermenistan veya Vilayet-i Sitte bugün 23 ili kapsıyor. Diyarbakır’ın içerisinde bulunduğu Doğu ve Güneydoğu’yu kapsayan 23 il, bu altı vilayet içerisinde yar alıyor.
Bahsettiğimiz misyonerlik faaliyetleri, konsolosluk faaliyetleri, milliyetçilik faaliyetleri, büyük devletlerin buradaki himayeleri Ermeni meselesinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu süreç din adamlarının dilini de zehirleniyor. Ermeni din adamlarının artık Hristiyanlığı anlatmak yerine kiliselerde Ermeni Milliyetçiliğini anlatan, komitacıları takdis etmeye cesaret eden konuşmalar yaptığını görüyoruz.
Akabinde kurulan Ermeni komiteler sorunun kanlı bir çatışmaya evrilmesine neden oluyor. Hıncak ve Taşnak örgütleri kuruluyor. Bu örgütler halkı silahlandırıyor. Avrupa’dan getirtilen yayınlar toplumda özellikle de gençlerde fanatik ve radikal bir tutum takınılmasına zemin hazırlıyor. Bağımsız bir Ermenistan devleti kuralım fikri işleniyor. Bu konuda Balkan milletlerini kendilerine örnek alan Ermeni komitacılarının unuttukları bir şey var.
Sırplar, Yunanlar, Bulgarlar yaşadığı coğrafyada onlar çoğunluktaydı. Oysa Ermeniler bu coğrafyada çoğunlukta değiller.
Mehmet Zeki Özer:Diyarbakır’da demografik yapı nasıl, o dönemde?
Prof. Dr. Oktay Bozan :1914 tarihli Diyarbakır Osmanlı nüfus kayıtlarına göre Diyarbakır Vilayeti 670 bin nüfusa sahiptir. Ama Diyarbakır Vilayeti hangi şehirden oluyor o dönemde? Mardin, Diyarbakır’a bağlı, Siverek Diyarbakır’a bağlı, Palu Diyarbakır’a bağlı. Bunun sadece 72 bini Ermeni’dir. Nüfus kayıtlarına bakıldığı zaman çoğunluğu teşkil etmiyor. Müslümanlar, kabaca nüfusun 75-80’ni oluşturuyor. Bu coğrafyanın bunu kabul etmesi mümkün değildi. Zaten öyle oldu ve tepkiler meydana geldi.
Mehmet Zeki Özer:Peki, ne oldu?
Prof. Dr. Oktay Bozan :Herkes karşı tarafa kaygı ile bakmaya başladı.
Ermeniler de şöyle bir duygu hâkimdi: “Bizi büyük devletler gelip kurtaracak.”
Büyük Devletler Ermenilere şunu telkin ediyordu: “Olay çıkarın, müdahale ederiz. Ama siz böyle oturursanız, oturduğunuz yerde bizim müdahale etme şansımız yok.”
Buna göre Ermeniler olaylar çıkaracak, meydana gelen hadiseler dünya kamuoyuna “Müslümanların Hristiyanları katlettiği” şeklinde servis edilecekti. Bu nedenle İngiltere ve Fransa mazlum olarak gördüğü Ermeni korumak için bölgeye müdahale edecekti. İngiliz konsolosu, Diyarbakır’da bir toplantıda şunu diyor: “Olay çıkarın, sınırlarınızı belirleyelim”. Batının bu siyaset tarzı bugünde öyle aslında. Avrupa Ortadoğu’da önce bir karışıklık çıkarıyor. Sonra da oraya müdahale ediyor. Bu müdahalenin sonrasında işte Suriye örneği, başka örnekler. Akabinde yıllardır sürüp giden çatışmalar.
Diyarbakır’daki 1895 olaylarından birkaç gün önce yazılmış ancak daha sonra ele geçirilen bazı mektuplar Ermenilerin birlikte yaşadıkları toplumla ilişkilerini büsbütün koparmaya kararlı olduğunu göstermektedir.
Thomas Mendilciyan’ın mektubu dikkat çekicidir. Mendilciyan, Müslümanların Cuma günü namazda iken, caminin basılmasını öneriyor. Bunun etkili sonuçlar vereceğini ifade ediyor. Bu amaçla Özdemiroğlu Osman Paşa’nın soyundan gelen Sin Cami-i Şerifi İmamı Ömer Efendi sarığından tutup sürükleniyor. Müslüman din adamları ile mabetlere yapılan saldırılar ile Müslümanların galeyana getirilmesi hedefleniyor.
Bahsettiğimiz sebepler üst üste konulunca ve devletin zayıflığı ile birlikte 1 Kasım 1895 Cuma günü Diyarbakır’da kan gövdeyi götürüyor.
1895 olayları, Diyarbakır için çok ciddi anlamda bir kırılma noktası oluşturmaktadır.
1985 Cuma günü 8 camiye cuma namazı esnasında saldırılar düzenleniyor.
Diyarbakır’da o gün hutbe yarıda kalıyor. Diyarbakır’da o gün Cuma namazı kılınmıyor.
Diyarbakır’da o gün camii avluları kana boyanıyor.
Diyarbakır’da yarım kalan bir ibadet, kana bulunan bir cami avluluları.
Ulu Cami, Sultan Sa’saa camisi, Fatih Paşa Cami, Şeyh Matar Cami, bu camilerin hepsinde bir boğuşma yaşanıyor.
Bu boğuşma üzerine ikinci gün, devlet burada sıkıyönetim ilan ediyor. Dördüncü gün, olaylar kontrol altına alınıyor. Ancak vilayet genelinde ise 15 gün daha olaylar devam ediyor.
Bu arada Cuma günü Müslümanlara saldırı yapıldığını duyan aşiretler, Diyarbakır kapılarını zorluyorlar. Bunun üzerine Diyarbakırlı yetkililere ise merkezden gelen telgraflarda “Kapılar açılmasın, kapılar açınca istemeyen görüntüler olur” şeklinde uyarılarda buluyorlar.
15. gün sonra vilayet genelinde kontrol altına alınıyor, olayların bilançosuna baktığımız zaman üç bin civarında insan hayatını kayıp ediyor.
Böylece “Bin yılık su ve toprak kardeşliği” yapan komşular Batı’nın kurbanı oluyor
Bazen bu konuda şöyle söylüyorlar. Diyorlar ki “Devlet, Kürtler, Türkler özür dilesinler.”
Aslında, her iki toplumdan ziyade özür dilemesi gereken bir Avrupa var.
Bu topraklarda bir Ermeni, Hristiyan veya Ermeni olduğu için bir mağduriyet yaşanmıştı.
1895 olayları sonrasında artık birlikte yaşam umudu kaybolunca 1915 tehcirine giden bir süreç başlıyor.devam edecek
Kaynak Haber: GuneydoguGuncel.Com
Kandilli son depremler listesi için TIKLAYIN
AFAD son depremler listesi için TIKLAYIN
DEPREM iLE iLGiLi HABERLER
CANLI SKOR